Göz İle İlgili Deyimler ve Anlamları

*açlıktan gözü (gözleri) dönmek (kararmak) çok acıkmak: "Bu akşam açlıktan gözü dönmüş bir hâlde bir evin mutfağına girmişti." -S. F. Abasıyanık.

*ağzını açıp gözünü yummak öfke ile, sonunu düşünmeden ağzına gelen bütün ağır sözleri söylemek: "Fakat bu inat, Emine'nin çenesini açmış; kızın ne kadar kusuru varsa babasından geldiğini söylerken, Tevfik'e ağzını açmış, gözünü yummuştu." -H. E. Adıvar.

*alıcı gözüyle bakmak inceden inceye gözden geçirmek: "Şimdiye kadar pek alıcı gözüyle bakmamıştı." -S. F. Abasıyanık.

*Arap uyandı (Arap'ın gözü açıldı) geçen bir olaydan ders alındığını anlatan bir söz.

*ayrıcalık gözetmek ayrıcalık tanımak: "Annem, babam çocuklar arasında hiçbir ayrıcalık gözetmezlerdi." -A. Erhat.

*baş göz etmek hlk. evlendirmek: "Oğullarının artık normal bir yaşam süreceğini sanan anne baba ona güzel de bir kız bularak baş göz etmişler." -A. Ümit.

*başım gözüm üstüne belirtilen istekleri içtenlikle yapmayı kabul etmeyi anlatan bir söz.

*başını gözünü yarmak bir işi kötü yapmak, bir işi istenildiği gibi yapmamak.

*(bir işi) gözü yememek bir işi yapacak güç ve yeteneği kendinde bulamamak.

*(bir kadın bir erkekte) gözünü açmak kadın ilk cinsel ilişkiyi o erkekle kurmuş olmak.

*(bir şey birinin) gözünde olmamak herhangi bir üzüntü veya zor durum dolayısıyla o şeye değer verecek durumda bulunmamak.

*(bir şey) gözüne ilişmek birdenbire, istemeden görmek: "Tam kapı yanında bir sütçü dükkânı gözüme ilişti." -R. H. Karay.

*(bir şey) gözünü almak şiddetli ışık sebebiyle gözü iyi göremez duruma getirmek; 2) mec. aşırı biçimde etkilenmek.

*(bir şeyde) gözü olmak bir şeyi ele geçirmek isteği beslemek: "Allah bilir, milletvekilliğinde de gözü vardır." -H. Taner.

*(bir şeyde) gözü olmamak bir şeye sahip olmayı istememek; 2) heves beslememek, fazla önem vermemek: "Giyinip kuşanmakta, gezip tozmakta gözüm yok." -R. N. Güntekin.

*(bir şeyden) gözünü ayırmamak bir şeye sürekli olarak bakmaktan kendini alamamak: "Ateşoğlu, bir yandan da gözlerini deniz yüzüne gelen ve yüzde suyu fokurdatan hava habbelerinden ayırmıyordu." -Halikarnas Balıkçısı.

*(bir şeye) gözü gitmek bir şeyi istemeden görmek, elinde olmayarak bakmak.

*(bir şeye) gözü (gözleri) takılmak dikkati çeken bir şeyden bakışlarını ayıramamak: "Gözleri başka bir sahifenin ortalarına takıldı." -P. Safa.

*(bir şeye) gözünü yummak görmezlikten gelmek.

*(bir şeye) … gözüyle bakmak yerine koymak: Kardeş gözüyle bakmak.

*(bir şeyi) gözü gibi sakınmak (saklamak veya esirgemek) bir şeye aşırı ilgi göstermek, önemle bakıp korumak: "Doğru, hakları vardı, koskoca sandalıyla da beraber gömemezdiler ama çok sevdiği, gözü gibi esirgediği ağlarıyla gömebilirlerdi." -S. F. Abasıyanık.

*(bir şeyi) gözü gibi sevmek pek çok sevmek.

*(bir şeyin) gözü kör olsun tkz. 1) bazı zorunlu durumlarda zararı istemeyerek kabullenmeyi anlatan bir söz; 2) gereksinim duyulan şeyin yokluğunda söylenen bir söz: Paranın gözü kör olsun.

*(bir şeyin) gözünü çıkarmak beceriksizce davranmak, zarara uğratmak; 2) tkz. iyisi dururken en kötüsünü seçmek.

*(bir yerde) gözünü açmak yerde olduğunun farkına varmak.

*birbirinin gözünü çıkarmak kıyasıya dövüşmek.

*birbirinin gözünü oymak aralarında aşırı geçimsizlik olmak.

*(birinden) gözü su içmemek güvenmemek: "Azarlayıp adam olmazsın sen nafile… Gözüm hiç su içmiyor senden." -O. Kemal.

*(birine) fena gözle bakmak kötü niyetini anlatır biçimde bakmak.

*(birine) gözdağı vermek sonradan verilecek bir ceza ile korkutmak, yıldırmak, tehdit etmek, caydırmaya çalışmak: "Sarhoş ağabeyi, parası pulu ile gözdağı vermeye kalktı onlara." -N. Cumalı.

*(birine) gözünün üstünde kaşın var dememek birinin her davranışını hoş görmek.

*(birini) görüp gözetmek korumak, yardım etmek, mukayyet olmak.

*(birini) gözü ısırmak bir kimseyi tanıyacak gibi olmak.

*(birini) gözüm görmesin "bana görünmesin, yüzünü görmek istemem" anlamında kullanılan bir söz.

*(birini veya bir şeyi) gözü görmez olmak artık ona değer vermemek.

*(birini veya bir şeyi) gözü kesmek bir işi yapabilme konusunda kendisine veya başkalarına güvenmek: "Şimdi Murat dağlarında eğlenirim, beni bulmak istersen adamlarının da gözü keserse oraya yolla." -T. Buğra.

*(birini veya bir şeyi) gözü kesmemek bir işi yaparken kendine veya başkalarına güvenmemek; 2) beğenip seçememek: "Kendi iyle otuzu geçtiği hâlde isteyenler arasında kendine uygun birisini gözü kesmediği için evlenmemişti." -N. Cumalı.

*(birini veya bir şeyi) gözü tutmak güvenmek, beğenmek: "Bu genç çocukla bu üstü başı oldukça eski ihtiyar adamı gözü tutmamıştı." -N. Hikmet.

*(birinin bir şey) gözünü bağlamak doğruyu bulamaz, düşünemez duruma getirmek.

*(birinin) gözlerine mil çekmek birinin gözlerini kızgın mille kör etmek.

*(birinin) gözü önünde yanında, yakınında: "Çocukluğundan beri onun bir siniri de aydınlıkta başkasının gözü önünde uyumaktı." -R. N. Güntekin.

*(birinin) gözüne girmek sevgi ve ilgisini kazanmak: "Tevfik Bey'in gözüne girdiğini de etraflıca anlattı." -T. Buğra.

*(birinin) gözünü açmak görüşünü değiştiren bilgi vermek, uyarmak.

*(birinin) gözünü korkutmak yıldırmak: "Şimdiden gözünü korkutmazsan ileride büsbütün başa çıkılmaz bu bacaksızlarla." -N. Cumalı.

*(birinin) gözünün (gözlerinin) içine bakmak bir kimsenin üstüne titremek; 2) buyruğunu yerine getirmeye hazır bulunmak; 3) bir arzunun gerçekleşmesi için gözleriyle birine yalvarmak.

*(birinin) gözünün yaşına bakmamak acımamak, merhamet etmemek.

*(birinin) yüzünü gözünü açmak bir çocuğa veya gence o zamana kadar bilmediği birtakım cinsel bilgiler vermek.

*boş gözlerle bakmak anlamsız bakmak.

*büyüklerin ellerinden, küçüklerin gözlerinden öpmek saygı ve sevgi göstermek: "Buralara kadar zahmet ettiniz, büyüklerin ellerinden, küçüklerin gözlerinden öperim." -H. Taner.

*dört gözle beklemek (bakmak) çok isteyerek veya özleyerek beklemek: "Terekesini paylaşmak için dört gözle ölümünü beklemekteydiler." -Y. K. Karaosmanoğlu.

*dünya gözü ile görmek ölmeden önce görmek: "Seni dünya gözüyle bir daha görmeyi nasip edene şükrolsun." -Y. Kemal.

*dünya gözüne zindan olmak (görünmek veya kesilmek) büyük bir karamsarlık ve umutsuzluk içinde olmak.

*dünyaya gözlerini kapamak (yummak) ölmek: "Bir sabah söyledi son sözlerini / Yumdu dünyaya ela gözlerini" -Y. K. Beyatlı.

*eğri (eğri gözle) bakmak kötü düşünce ile bakmak.

*ekmeğine göz koymak (dikmek) birinin geçimini sağlayan işi elinden almaya çalışmak.

*el emeği göz nuru yapımı uzun zaman alan ve çok emek isteyen iş, el işi göz nuru.

*el işi göz nuru el emeği göz nuru.

*fark gözetmek ayrı tutmak: "Siz erkekler ekseriya nikâhlı kadınla nikâhsız kadınlarınız arasında bir fark gözetirsiniz." -H. C. Yalçın.

*elle tutulur gözle görülür (dille anlatılır) çok belirgin, çok açık: "Sevim'in güzelliği elle tutulur, dille anlatılır makbul bir güzellik değildir." -R. N. Güntekin.

*fazla mal göz çıkarmaz "ne kadar ve ne türden mal olursa olsun elden çıkarılmamalıdır" anlamında kullanılan bir söz.

*fırsat kollamak (gözlemek) yapmak istediği iş için uygun bir zaman veya bir durum beklemek: "Sonra fırsat kollamasını biliyordu ve tekme yapıştıracak, çelme takacak zamanı içgüdülerin şaşmazlığıyla seçiyordu." -T. Buğra.

*göz açamamak yoğun işler yüzünden bir şeyle ilgilenme imkânı bulamamak: "İşkembe ayıklamaktan, bulaşık yıkamaktan göz açamıyordum." -O. Kemal.

*göz açıp kapayıncaya kadar çok kısa bir sürede: "Göz açıp kapayana kadar Zafer büyüdü." -A. Kutlu.

*göz açtırmamak başka bir iş yapmasına vakit veya imkân vermemek.

*göz alabildiğine gözün görebileceği en uzak yerlere kadar: "Bu göz alabildiğine düzlük, sinsi bir bataklık gibidir." -A. Erhat. 2) çok geniş, engin bir biçimde.

*göz ardı etmek gereken önemi vermemek: "Kocakarı yöntemlerine inanmayı göz ardı ettiğini söyleyemezdim." -A. Kulin.

*göz atmak kısa bir süre, fazla dikkat etmeden bakıvermek: "Bir ara karşıdaki salaş birahanenin penceresine göz atıyorum." -A. Ümit.

*göz boyamak kandırmak, yanıltmak, gösterişle aldatmak: "Yerine göre fakiri korur gibi görünür, gözleri boyar böylece." -K. Korcan.

*göz değmek uğursuzluk, kötülük getirdiğine inanılan kıskanç veya hayran bakışlar dolayısıyla kötü bir duruma düşmek.

*göz dikmek bir şeyi ele geçirmek isteğine kapılmak: "Bizim canımıza, malımıza hangi devlet göz dikmişti?" -Y. K. Karaosmanoğlu.

*göz doldurmak görünüşü ile umulduğundan çok etkilemek: Bu futbolcu antrenmanda göz doldurdu.

*göz doyurmak bir şey görünüşü ile umulduğundan çok etkilemek.

*göz etmek gözle işaret etmek.

*göz gezdirmek derinlemesine incelemeden okumak: "Masanın üstünde bir başka gazete var. Biraz evvel ona göz gezdirdiğim zaman birbiri ardı sıra üç havadis görmüştüm." -R. N. Güntekin. 2) bir yeri, bir şeyi çabucak incelemek.

*göz göre göre belli ve apaçık olarak, herkesin gözü önünde: "Göz göre göre masumların kanına girmem için benden ferman almaya mı geldiniz." -N. F. Kısakürek. 2) olacağı bilindiği hâlde önlem alınmadan.

*göz göz olmak üzerinde birçok göz, delik oluşmak veya bulunmak: "Yeter oldu bu sitemler yetişir / Göz göz oldu kara bağrım tutuşur" -Halk türküsü.

*göz göze gelmek her iki tarafın bakışları karşılaşmak: "İşte bu iki adam bir aralık göz göze geldiler." -İ. H. Baltacıoğlu.

*göz (gözler) önüne sermek açıklamak, sergilemek, göstermek, tanıtmak: Adı duyulmamış, şiiri bilinmeyen gençleri tutar, gözler önüne sererdi.

*göz gözü görmemek yoğun sis, duman, toz vb. sebeplerle hiçbir şey görülememek: "Tezek dumanında göz gözü görmez." -N. Hikmet.

*göz (gözünün) kuyruğuyla bakmak göz ucuyla bakmak.

*göz (gözünün) önünde olmak sürekli denetimi altında bulunmak; 2) unutmamak, olduğu gibi hatırlamak: "Hızla açılan kapıdan içeri girişi, hayır girişi değil, atılışı hâlâ gözümün önündedir." -Y. Z. Ortaç. 3) gündemde yer almak; 4) kolayca ulaşılabilecek bir yerde bulunmak.

*göz (gözünün) önüne serilmek görülmek, bütün çıplaklığıyla ortaya çıkmak: "İstanbul'a bu yükseklikten bakılınca birden gözlerimizin önüne serilir." -A. Ş. Hisar.

*göz (gözünün) ucuyla bakmak fark ettirmeden gözlemek, belli etmemeye çalışarak başını çevirmeden yandan bakmak: "Kadın, gözünün ucuyla erkeğe baktı." -Y. K. Karaosmanoğlu.

*göz hapsine almak bakışlarını üzerinden ayırmamak, gözetlemek, hiçbir davranışını gözden kaçırmamak: "Sözü sohbeti yerinde görünen birkaç erkeği haftalarca göz hapsine aldı." -R. N. Güntekin.

*göz kamaştırmak (almak) kuvvetli ışık veya parlaklık, kısa bir zaman için görüşü bulandırmak; 2) mec. bir niteliğiyle hayran bırakmak: "O sıralar Avrupa'da bir büyük piyano ustası gözleri kamaştırıyordu." -N. Nadi.

*göz kaş süzmek dikkatle ve hissettirmeden bakışlarla kontrol altında tutmak: "Anlamlı anlamlı birbirine işaretler yaparak, göz kaş süzerek Emine'ye uzun uzun bakıyorlar." -R. H. Karay.

*göz kesilmek bütün dikkatiyle bakmak.

*göz kırpmadan acımadan, merhamet etmeden; 2) duraksamadan, çekinmeden.

*göz kırpmak göz kapağını kapayıp açmak: "Hem gülüyor hem sık sık bana kaçamak bakışlarla bakıyor, muziplikle göz kırpıyor." -A. Ağaoğlu. 2) başkasına söylediklerinin doğru olmadığını işaretle anlatmak için, benimsediği kimseye bakarak gözünü kapayıp açmak: "İki sahilde pencerelerden damla damla taşan ışıklar güzel aydedeye göz kırpmakta yıldızlarla rekabet ediyor sanılır." -A. H. Müftüoğlu.

*göz kırpmamak uyumamak.

*göz koymak bir kimseyi veya bir şeyi ele geçirmeyi istemek: "Kırkyılda bir nişanlı buldum, ona da sen mi göz koydun?" -M. Ş. Esendal.

*göz kulak olmak görme, işitme yoluyla bilgi edinmeye çalışmak; 2) mec. gözetmek, korumak, bakmak: "Öbürü göğsünden ağır yaralı iki erin geriye alınmalarına göz kulak oluyordu." -A. İlhan.

*göz nuru dökmek fazla emek sarf etmek: "Kızcağız göz nuru dökmüş, çok ince şeyler işlemiş." -H. Taner.

*göz önünde tutmak (bulundurmak) herhangi bir durumun nasıl bir sonuca yol açacağını hesaba katmak, dikkate almak.

*göz önüne almak önceden düşünmek, hesaplamak, dikkate almak: "1908′den önceki zemin ve zamanı göz önüne almalı." -Y. K. Beyatlı.

*göz önüne getirmek zihinde canlandırmak, tasarlamak.

*göz süzmek baygın ve anlamlı bakmak: "Göz süzüp boyun kırması, erkeği baştan çıkarmanın ilmini bilmesi fabrikaların tezgâh başlarında, soyunma odalarında konuşuldu." -L. Tekin.

*göz ucuyla görmek fark etmek: "Benim için dualar okuduğunu göz ucuyla görebiliyordum." -A. Kulin.

*göz ucuyla süzmek iyice tanımak, bilmek veya dikkat çekmek amacıyla hafif kısık gözle incelemek, bakmak: "Sokakta göz ucuyla süzdüğüm kadının bana ehemmiyet vermediğini görürsem hoşça bir latife söyleyiveririm." -R. N. Güntekin.

*göz yıldırmak gözünü korkutmak.

*göz yummak görmezlikten gelmek, hoş görmek, bağışlamak: "Kendi dillerine başka bir dilden en küçük bir şeyin karışmasına göz yumamazlar." -N. Uygur. 2) umudunu kesmek, umutsuzluğa düşmek.

*göz yummamak uyumamak; 2) mec. hoş görmemek, bağışlamamak.

*gözaltına almak güvenlik kuvvetleri birini belli bir süre, belli bir yerde tutmak, nezarete almak.

*gözaltında tutmak güvenlik kuvvetleri birini belli bir süre, belli bir yerde tutmak; 2) gözetlemek.

*gözaydın etmek güzel bir olay için kutlamak, iyi dileklerde bulunmak: "Bir hafta evimize geldiler, gittiler. Köylerden bizleri tanıyanlar bile geldiler, gözaydın ettiler." -M. Ş. Esendal.

*gözaydına gelmek birine kavuştuğu sevindirici bir durum dolayısıyla kutlamaya, iyi dilekte bulunmaya gelmek: "Eve dönünce orasını düğünevi gibi kalabalık buldum. Duyan kadınlar gözaydına gelmişler." -M. Ş. Esendal.

*gözaydına gitmek birine kavuştuğu sevindirici bir durum dolayısıyla kutlamaya, iyi dilekte bulunmaya gitmek.

*gözden çıkarmak bir mal, para, değer yargısı vb. maddi veya manevi varlığın elden çıkarılmasını kabul etmek: "İnsan, emeğini o kadar kolay gözden çıkaramıyor." -A. Ağaoğlu.

*gözden geçirmek okumak: "O günkü gazeteleri gözden geçirdi." -F. R. Atay. 2) niteliğini anlamak için bir şeyin her yanına bakmak, incelemek, muayene etmek: "Akşam hazırlanmış sofrayı gözden geçirmek için odasından çıktı." -A. Kutlu. 3) araç, motor vb.nin çalışıp çalışmadığını incelemek, denemek, denetlemek.

*gözden gönülden çıkarmak önem vermemek, ilgisini kesmek: "Şimdi, artık gözünden ve gönlünden çıkardığı bu adamın her şeyi onun için müsavi idi." -R. N. Güntekin.

*gözden (gözünden) düşmek bir kişi veya şey değerini yitirmek, rağbet görmemek: "Muhtarın oğlu bu hasta köpeklere düşman olduğu günden beri gözümden düştü." -S. F. Abasıyanık.

*gözden (gözünden) kaçırmak dalgınlıkla görmemek: "Fikirleri dağınıklıktan kurtarmak için, özüne irca etmek ve onu gözden kaçırmamak lazımdır." -M. Kaplan.

*gözden (gözünden) kaçmak görülmemek, farkına varılmamak: "Emeğinin ve cesaretinin gözümden kaçmış bulunmasından hâlâ üzgünlük duyuyorum." -A. Ağaoğlu.

*gözden (gözünden) sürmeyi çalmak (çekmek) hırsızlıkta çok becerikli, çok usta olmak.

*gözden ırak tutmak görmek istememek.

*gözden ırak tutulmak önem verilmemek, değersiz bulmak: "Bunca yüzyıl gözden ırak tutulan gerçek Türkçeyi ön plana almak gerekiyordu." -A. Erhat.

*gözden kaybetmek görünmemek, ortadan çekilip gitmek: "Mektepten sonra birbirimizi gözden kaybetmiştik." -R. N. Güntekin.

*gözden kaybolmak ortadan çekilmek veya görünmez olmak, kaybolmak: "Vakta ki gece mehtaba çıktılar. Senihe ile Faik Bey uzun bir müddet gözden kayboldular." -Y. K. Karaosmanoğlu.

*gözden nihan olmak gözden kaybolmak: "Nihayet yıkık bir kulübe civarında gözden nihan oldular." -R. N. Güntekin.

*gözden uzak tutmak önem vermemek, arka plana itmek: Çıkarlarını gözettiği sınıfı gözden uzak tutmak, adını andırmamak isterler.

*gözden uzaklaşmak ayrılıp başka yere gitmek, görünmez olmak.

*göze almak gelebilecek her türlü zararı ve tehlikeyi önceden kabul etmek: "Bunlardan kaç babayiğit bu ölüm yarışını göze alabilir?" -T. Buğra.

*göze batmak aşırı derecede görünür olmak: "Şöyle kenara göze batmayacak bir masaya iliştik." -N. Hikmet. 2) tedirgin etmek, uygunsuz veya yakışıksız görünmek: "Hiçbir zaman göze batmak ve sivrilmek isteme." -N. F. Kısakürek. 3) çekemezliğe yol açmak.

*göze çarpmak dikkati üzerine çekmek: "Evin nizamında Türk kadınlarının vakur zarafeti göze çarpar." -O. S. Orhon.

*göze diken olmak göze batmak.

*göze gelmek birisine nazar değmiş olmak.

*göze girmek davranış ve yetenekleriyle ilgi ve önem kazanmak: "O fırsatta onu yererek göze girmeye çalışan birkaç tıynetsiz dalkavuk da elbet renk verdiler." -A. Kabaklı.

*göze görünmek belli, açık olmak.

*göze görünmemek ortaya çıkmamak, ortalıkta dolaşmamak, saklanmak; 2) kendisi var olduğu hâlde göz onu görememek; 3) değersiz olmak.

*gözetim altında tutmak göz önünden ayırmamak: "Onu kolla, gözetim altında tut ama bunu ona hiç belli etme." -A. Kulin.

*gözetime almak gözetmek.

*gözle görülür, elle tutulur hâle gelmek çok açık bir biçimde görülmek, herkes tarafından bilinmek: Haksızlık, rüşvet, gözle görülür, elle tutulur hâle gelmişti.

*gözle yemek bir şeye çok istekle ve dik dik bakmak; 2) göz değdirmek: Çocuğu gözle yediler.

*gözlem altına almak bir nesneyi, olayı veya bir gerçeği, niteliklerinin bilinmesi amacıyla, dikkatli ve planlı olarak ele alıp incelemek; 2) hastanın hastalığını izlemek, denetim altında bulundurmak.

*gözleri bayılmak uyku, istek vb. bir durum gözlerinden belli olmak.

*gözleri berraklaşmak bakışları daha canlı ve parlak olmak: "Çocukluğuna ait bazı hatıralarını söylerken, gözleri berraklaşıyordu." -R. N. Güntekin.

*gözleri buğulanmak (bulutlanmak) gözleri yaşararak çevreyi bulanık görmek.

*gözleri çakmak çakmak (olmak) ateşli hastalık veya öfkeden gözleri kızarmış ve parlamış (olmak): "Avuçları ateş gibi fersiz gözleri çakmak çakmak dört dönüyordu." -H. E. Adıvar.

*gözleri çukura gitmek (kaçmak) aşırı yorgunluktan göz çevresi kararmak veya çökmek: "Genç yakışıklı yüzü solmuş, gözleri çukura kaçmıştı." -Y. Kemal.

*gözleri dolmak (dolu dolu olmak) ağlayacak kadar duygulanmak: "Gözleri dolu doluydu ama ağlamadı." -A. Ümit.

*gözleri dönmek aşırı ateşten veya can çekişirken gözlerin renkli bölümü kapakların altında kalarak görünmemek.

*gözleri fıldır fıldır etmek şeytanca ve çapkınca bakmak.

*gözleri fıldır fıldır olmak telaşlı bir biçimde bakmak: "Pipo içer, gözleri yüzünde iki ateş böceği gibi fıldır fıldırdır." -N. Hikmet.

*gözleri ışıklı (olmak) gözleri ışık içinde (olmak).

*gözleri kan çanağına dönmek (kanlanmak) uykusuzluk, yorgunluk, ağlama vb. sebeplerle gözleri çok kızarmak: "Kerem'in kusacağı geliyordu. Gözleri kan çanağına dönmüştü." -Y. Kemal. 2) sinirden, öfkeden, hiddetten gözleri irileşmek ve kızarmak.

*gözleri kapanmak ölmek; 2) çok uykusu gelmek.

*gözleri parlamak (parıldamak) gözlerinde sevinç ve istek belirmek: "İki kere gidip geldikten sonra gözleri parladı, evi bulmuştu." -H. E. Adıvar. "Yavaş yavaş başlarını kaldırıp yekdiğerinin yüzüne baktılar, ikisinin de gözleri parıldadı." -A. H. Müftüoğlu.

*gözleri sulanmak gözlerine yaş gelmek.

*gözleri süzülmek göz kapakları hafifçe kapanmaya başlamak: "İki elini bastonun gümüş topuzuna dayamış, gözleri saadetten süzülmüş, adamı dinliyordu." -H. Taner.

*gözleri şıldır şıldır dönmek gözleri yaş dolu bir biçimde bakmak: "Gözleri şıldır şıldır dönerek şikâyet ederdi." -Y. Z. Ortaç.

*gözleri takılıp kalmak bir şeyden gözlerini ayıramamak: "O anda pek çok şeyler yapmak istediği hâlde, gözleri köşeyi ağır ağır dönen tramvaya takılıp kalmıştı." -P. Safa.

*gözleri velfecri okumak kurnazlığı gözlerinden belli olmak.

*gözleri yaşarmak gözleri sulanmak: "Öyle halk türküleri vardır ki gözleriniz yaşarmadan okuyamaz veya dinleyemezsiniz." -M. Kaplan. 2) mec. duygulanmak: "Bütün başarılarda gözlerim yaşarır, bütün ayrılışlarda aynı şey." -B. Necatigil.

*gözleri yuvalarından (evinden) fırlamak (uğramak) korku, öfke ve telaşı gözlerinden belli olmak: "Cüce rolünde halkı gülmekten katıltan sırıtış, Rakım'ın bütün buruşuklarını kaplamış, ayrık gözleri evlerinden uğramış." -H. E. Adıvar.

*gözlerinde şimşek çakmak aşırı parlamak: "Bazen kara gözlerinde şimşekler çakıyordu." -R. Enis.

*gözlerinden okumak düşüncelerini bakışlarından sezmek: "Doktor, Sevim Hanım'ın içinden geçenleri gözlerinden okuyarak söze karıştığında pişman oldu." -M. Ş. Esendal.

*gözlerine inanamamak hiç umulmayan, hiç beklenmeyen bir şeyin görülmesi karşısında şaşırmak.

*gözlerini bayıltmak gözlerini yarı kapamak: "İnleyerek, gözlerini bayıltarak nasıl düştüğünü anlatıyor." -M. Ş. Esendal.

*gözlerini belertmek gözlerini, akı çok görünecek biçimde açmak: "Birisinin âşıklı maşuklu bir masal söylediğini işitti mi karşısında apışıp gözlerini belertiyordu." -R. N. Güntekin.

*gözlerini bitirmek gözlerini aşırı yormak: "Her gece fasılasız çalışmak gözlerimi bitirdi." -Ö. Seyfettin.

*gözlerini devirmek öfke ile bakmak: "Şerbetçide temiz bardak bulamayan müşteri, gözlerini devire devire bağırıyor." -Ç. Altan.

*gözlerini fal taşı gibi açmak şaşkınlıkla, hayretle bakmak.

*gözlerini kaçırmak biriyle göz göze gelmemek için gözlerini başka tarafa çevirmek: "Bazen böyle bir tesadüf olursa gözlerini kaçırmayı doğru bulmuyorlardı." -R. N. Güntekin.

*gözlerinin içi gülmek çok sevindiği yüzünden, gözlerinden belli olmak: "Zayıf bir kızı severdim / Gözlerinin içi gülerdi" -N. Cumalı.

*gözlerinin içine kadar kızarmak utancından yüzü çok kızarmak.

*gözü açık gitmek gerçekleşmesini çok istediği bir dileğine erişmeden ölmek.

*gözü açık olmak fırsattan yararlanmak, kurnazca davranmak.

*gözü akmak gözü yaralanıp kör olmak.

*gözü alışmak önceden iyi göremediği bir şeyi sonradan görür olmak; 2) mec. bir şey ilk etkisini yitirmek, yadırganmaz olmak.

*gözü almamak bir işi becerebileceğine inanmamak, yadırganmaz olmak.

*gözü arkada kalmak bırakılan bir şey veya kimse ile ilgili tedirginliği sürmek: "Benim gibi bir adama teslim ettikten sonra gözü arkada kalmazdı." -R. N. Güntekin.

*gözü bağlı olmak bağlanmak, tutulmak; 2) büyülenmiş bulunmak.

*gözü bulanmak bulanık görmeye başlamak.

*gözü büyükte olmak büyük emeller beslemek.

*gözü dalmak gözü bir noktaya dikili olarak dalgın dalgın bakmak.

*gözü değmek uğursuzluk, kötülük getirdiğine inanılan kıskanç veya hayran bakışlar dolayısıyla kötü bir duruma düşürmek.

*gözü doymak çok istenen bir şeyin yeterli miktarı elde edildikten sonra daha çoğunu istememek.

*gözü dumanlanmak öfkeden gözü hiçbir şey görmez duruma gelmek.

*gözü dünyayı görmemek hiç kimseye, hiçbir şeye önem, değer vermemek: "Bir kere fevri, hemen parlar, kızınca gözü dünyayı görmez." -A. İlhan.

*gözü gönlü açılmak neşelenmek, ferahlamak.

*gözü görmemek görmez olmak; 2) belli bir şeyden başka bir şeyle ilgilenmemek; 3) öfke sonucu en kötü şeyleri yapacak duruma gelmek.

*gözü (gözleri) açılmak iyiyi kötüyü veya kendisine yarayanı ayırt eder duruma gelmek: "Mektepten, kitaplardan fazla bu gençlerin muhitinde gözleri açılmış." -Y. K. Beyatlı. 2) uyanmak.

*gözü (gözleri) (bir şeyde, bir şeyin üzerinde) olmak dikkati bir yerde toplanmak: "Masalarda oturan kadınların en ufak bir harekette gözleri kapıdaydı." -N. Cumalı.

*gözü (gözleri) dönmek aşırı bir isteğin, öfkenin etkisiyle ne yaptığını bilmez duruma gelmek: "Teşebbüs, hamle, gayret, aksiyon ne demektir, bu gözü dönmüş insanlardan öğrenmek lazım." -N. F. Kısakürek.

*gözü (gözleri) kamaşmak güçlü bir ışık sebebiyle göz bakamaz olmak: "Güneş hiç olmadığı kadar parlaktı, gözlerim kamaştı." -E. Işınsu. 2) mec. çok etkilenmek.

*gözü (gözleri) kararmak başı dönmek, hafif baygınlık geçirmek: "Duvar tarafına doğru bir adım atarak evet cevabını veren Orhan'ın gözleri gene kararıyordu." -P. Safa. 2) mec. umutsuzluğun veya aşırı bir isteğin etkisi altında ne yaptığını bilmez duruma gelmek: "İnsan sevgisi ne kadar yoğunsa gözü karardığında cesareti de o denli delice idi." -A. Kulin.

*gözü (gözleri) kaymak (kaçmak) gözünde hafifçe şaşılık bulunmak; 2) istemeyerek bakıvermek: "İstemeye istemeye gözleri lokantacıya kaçtı." -Ö. Seyfettin. 3) bayılmak sırasında gözünün akı çoğalmak.

*gözü (gözleri) okşamak göze hoş görünmek: "Kadıköy'den Fenerbahçe'ye kadar olan saha, gözleri okşayan bağlarla örtülüdür." -B. Akyavaş.

*gözü (gözleri) üstünde kalmak kıskançlık sebebiyle herkesin ilgisini çekmek: "O, dükkânı sana vereyim, dedi, ben istemedim. Neme lazım, bin kişinin gözü üstünde kalacak." -M. Ş. Esendal. 2) herkesin dikkatini çekmek.

*gözü hiçbir şey görmemek heyecana kapılıp başka hiçbir şeyle uğraşamaz duruma gelmek: "O yaz nasıl geçti bilmiyorum; ne yaz ne tatil, hiçbir şeyi gözüm görmüyordu." -A. Erhat.

*gözü ilişmek birdenbire veya istemeden görmek: "Demin şu pencereden gözüm denize ilişince kendimi Roma'ya giden bir vapurda sandım." -P. Safa.

*gözü kalmak elde edemediği bir şeye karşı isteği sürmek; 2) elde edemediği bir şeyi kıskanmak: "Ben herkesin gözü kalsın istemem yediğim lokmada." -N. Cumalı.

*gözü kapalı olmak çevresinde olup bitenin farkına varmamak, ilgisiz kalmak.

*gözü kara çıkmak korkusuz olduğu anlaşılmak: "Gözü kara çıkmış, yaşamın bozuk para gibi harcanabileceğini kanıtlayan o üstün insanlar arasına katılmıştı." -S. İleri.

*gözü kızmak gözü hiçbir şey görmeyecek ölçüde öfkelenmek.

*gözü korkmak daha önce geçirdiği kötü bir denemeden sonra birinden veya bir şeyden zarar gelebileceği kanısına varmak: "Yabancı bir iklimde, ebedî olarak yaşamaya mahkûm olduktan sonra bundan üstün hangi bir cezadan gözümüz korkabilir." -Y. K. Karaosmanoğlu.

*gözü sönmek kör olmak.

*gözü toprağa bakmak ölmek üzere olmak.

*gözü uyku tutmamak uyuyamamak: "O gece Aşağı Sazan'ın gözünü uyku tutmamıştır, birçok pencerede ışık vardır." -R. N. Güntekin.

*gözü yılmak daha önceden denediği için o durumla karşılaşmaktan korkmak, o işe girişmekten çekinmek: "Artık bu tedaviden bıkmış usanmış, adamakıllı gözü yılmıştı." -P. Safa.

*gözü yolda (yollarda) kalmak (olmak) birinin gelmesini merak, istek veya özlemle beklemek.

*gözü yüksekte (yükseklerde) olmak bulunduğu durumdan çok üstün olan bir duruma ulaşma amacını gütmek.

*gözüm çıksın (kör olsun) bir şeyin doğruluğuna inandırmak için edilen ant.

*gözün aydın! sevinçli bir olay dolayısıyla kullanılan bir kutlama sözü.

*gözünde büyümek bir şey bir kimseye olduğundan güç veya önemli görünmek: "Güneşin altında bu sıcak kırları geçmenin ağırlığı gözümde büyüyordu." -M. Ş. Esendal.

*gözünde büyütmek bir kimseyi, olayı veya şeyi abartmak: "Bir zamanlar gözünde büyüttüğü adama bir nevi minnet borcu edası olmalıydı bu." -O. Aysu.

*gözünde (gözlerinde) şimşek (şimşekler) çakmak sert ve şiddetli darbe yüzünden göz önünde yıldızlar oluşmak; 2) çok sevindiğini belli etmek: "Zehra'yı Haşim'e almayı düşünürken, oğlanın gözlerinde nasıl şimşek çakmıştı." -H. E. Adıvar. 3) çok kızmak, öfkelenmek: "Eski oyuncunun gözlerinde şimşekler çaktı, yutkundu." -H. E. Adıvar. 4) çok üzücü bir sebeple sarsılmak.

*gözünde tütmek çok özlemek: "Akşamlar niçin hâlâ gözünde tütüyor?" -A. N. Asya.

*gözünden (gözlerinden) uyku akmak çok uykulu olmak: "Şilteye diz çökmüş, uyku akan gözlerini parmaklarıyla açıyor, uyumayayım diye ninni söylüyordu." -R. N. Güntekin.

*gözünden (gözlerinden) yaş (yaşlar) boşanmak çok ağlamak: "Gözlerinden yaşlar boşandı birden." -C. Uçuk.

*gözünden kıskanmak üzerine titremek, kollayıp gözetmek.

*gözüne batmak tedirgin etmek, rahatsız etmek: "Kimsenin gözüne batmadan, tanınıp bilinmeden büyük bir kentin kaldırımlarında yaşamanın doyulmaz bir tadı vardı." -N. Cumalı.

*gözüne çarpmak görünür olmak, dikkati çekmek: "İlk gözüme çarpan köşe minderi ve üstündeki eski nakışlarla işlenmiş yastıklar." -H. E. Adıvar.

*gözüne diken olmak gözüne batmak: "Hasene'yi odadan kovdunuz da şimdi gözünüze ben mi diken oldum?" -H. R. Gürpınar.

*gözüne dizine dursun nankörlük eden birine "Allah nankörlüğünün cezasını seni kör ve kötürüm ederek versin" anlamında söylenen bir ilenme sözü: "Yaptığım iyilik gözünüze dizinize dursun." -S. F. Abasıyanık.

*gözüne (gözlerine) bakmak gözünün veya gözlerinin içine bakmak.

*gözüne hiçbir şey görünmemek kendi derdi dolayısıyla hiçbir şeye değer vermemek.

*gözüne karasu inmek karasu hastalığı yüzünden gözü görmez olmak; 2) gelmesini çok istediği kimsenin uzun süre yolunu gözlemek.

*gözüne kestirmek başarabileceğini ummak; 2) zevkine uygun bulmak, hoşlanmak: "Dam olarak beni gözüne kestirdiği anlaşılıyordu." -R. N. Güntekin. 3) uygun bulmak, elverişli görmek: "Kayaların gözüme kestirdiğim bir yerinden aşağı inmeye başladım." -R. N. Güntekin.

*gözüne sokmak bir kimsenin görmediği veya bulamadığı bir şeyi, ona sert bir tavırla göstermek.

*gözüne uyku girmemek uyuyamamak, uykusuz kalmak: "Uykum kaçınca aklım bir şeye takılır ve o takıntıyı savuşturuncaya kadar gözüme uyku girmez." -B. Felek.

*gözünü ağartmak gözlerini belertmek.

*gözünü alamamak bir şeye, bir yere bakmaktayken, gözünü oradan başka bir yere çevirememek: "Sermet Bey, gözünü köşkten alamıyordu." -Ö. Seyfettin.

*gözünü daldan budaktan (çöpten) esirgememek (sakınmamak) tehlikeli işlere atılmaktan çekinmemek: "Gençliğinde gerçekten delifişek, gözünü daldan budaktan sakınmaz bir askermiş." -H. Taner.

*gözünü doyurmak bol bol vermek.

*gözünü dört açmak aldanmamak için çok uyanık bulunmak: "Hop diye giriyoruz, gözünüzü dört açın, tongaya basmayın." -H. Taner.

*gözünü (gözlerini) açmak uyanmak; 2) kendine gelmek, ayılmak: "Eczacının yaptığı bir adrenalin iğnesinden sonra gözlerini açtı." -H. Taner. 3) uyanık, dikkatli bulunmak: "Gözünü aç da kâğıdı kaptırma." -S. Ali.

*gözünü (gözlerini) (bir şeye) dikmek dikkatle bakmak, gözünü ayırmadan bir yere veya bir kimseye bakmak: "O sert bir tavır alıyor, gözlerini Ali Rıza Bey'in gözlerine dikerek adamcağızı büsbütün şaşırtıyordu." -R. N. Güntekin.

*gözünü (gözlerini) duman bürümek hayale dalmak, dalgınlaşmak: "Gözlerini de bir duman bürüyor, başını yana çevirerek uzaklara bakıyordu." -R. N. Güntekin. 2) hüzünlenmek.

*gözünü (gözlerini) kan bürümek adam öldürecek kadar öfkelenmek.

*gözünü (gözlerini) kapamak ölmek: "Fakat o gözünü kapayınca başsız kalan konak birdenbire karışmış." -R. N. Güntekin. 2) görmezden gelmek: "Dünün kurumları ile birlikte güzellik ölçüleri, değerleri de değişiyor, biz bunlara gözlerimizi kapamak istiyoruz." -N. Ataç.

*gözünü (gözlerini) kırpmadan çekinmeden, korkusuzca: "Bu yüzden gözlerini kırpmadan cinayet işleyebiliyorlar." -A. Ümit.

*gözünü (gözlerini) oymak çok kötülük etmek: "Pembe Teyzenin niyeti bozuk fakat babama göz atarsa gözünü oyacağımı dobra dobra söyledim." -H. E. Adıvar.

*gözünü gözüne dikmek başkasının gözüne sürekli olarak bakmak.

*gözünü hırs bürümek aşırı hırslanmak.

*gözünü … hırsı bürümek bir şeyi aşırı ölçüde istemek: "İnsanın gözünü hırs, para hırsı bürümeye görsün!" -S. F. Abasıyanık.

*gözünü kapamak ölmek: "Fakat o gözünü kapayınca başsız kalan konak birdenbire karışmış." -R. N. Güntekin. 2) görmezden gelmek: "Dünün kurumları ile birlikte güzellik ölçüleri, değerleri de değişiyor, biz bunlara gözlerimizi kapamak istiyoruz." -N. Ataç.

*gözünü karartmak bir işe atılırken hiçbir şeyden çekinmemek: "Cesaret timsali değildi Cemal ama üç büyük birayı devirdikten sonra, kendi gözünü karartabileceği gibi başkalarınınkini de morartabileceğinden hiç şüphesi yoktu." -E. Şafak.

*gözünü kin bürümek intikam alma duygusundan başka bir şeye önem vermemek: "Gözünü kin bürümüş, doğruyu eğriyi seçemiyor, kurunun yanında yaşı da yakacak." -A. İlhan.

*gözünü sevda (aşk) bürümek ondan başka hiçbir şeyi düşünmemek, tamamen ona bağlanmak: "Senin gözünü sevda bürümüş, bey, dedi. Sen bir İzmir'e git de gönlünü eğle!" -S. Ali.

*gözünü sevdiğim okşamalık olarak kullanılan bir söz.

*gözünü seveyim tkz. birinden bir şey isteneceği zaman kullanılan söz.

*gözünü toprak doyursun kendinden olan veya kendisine verilen şey ne kadar çok olursa olsun, bununla yetinmeyenler için söylenen bir ilenme sözü.

*gözünü üstünden ayırmamak sürekli denetim altında bulundurmak: "Buna rağmen, bir şey yakalamak ümidiyle gözünü üstünden ayırmadığını hissediyordu." -R. N. Güntekin.

*gözünü yıldırmak gözünü korkutmak: "Hem de oraya kadar sürüklenmek, hanlarda birçok para harcamak, günlerce işten güçten kalmak köylülerin gözünü yıldırır." -N. Nâzım.

*gözünü yummak gözünü kapamak; 2) mec. ölmek: "Atatürk, o zaman için çaresiz bir hastalıktan gözünü yumduğu sırada altmışına basmamıştı." -B. Felek.

*gözünün bebeği gibi sevmek çok sevmek.

*gözünün çapağını silmeden sabahleyin uyanır uyanmaz.

*gözünün içine baka baka cesaret ve soğukkanlılıkla.

*gözünün önünden geçmek hatırlamak: "Selma Hanım'ın salonlarında gördüğü tipler birer birer gözünün önünden geçti." -Y. K. Karaosmanoğlu.

*gözünün önünden gitmemek bir türlü unutamamak.

*gözünün önüne gelmek bir şeyi zihinde canlandırmak, tasarlamak, hatırlamak: "Doğduğum köydeki çocukluğum, İstanbul'a gelişimiz, mektep, Avrupa. Hep gözümün önüne geldi." -Ö. Seyfettin.

*gözünün önüne gelmek hatırlamak: "Mine'nin parçalanmış bedeni gözlerimin önüne geliyor." -A. Ümit.

*gözünün önünü görmemek sisten, pustan dolayı etrafını görememek.

*gözüyle görmek bir olaya tanık olmak.

*gözüyle (gözleriyle) tartmak kim ve ne olduğunu anlamak için dikkatle bakmak: "Beni gözleriyle tartarak önümden geçti, sonra geri döndü geldi, oturmakta olduğun tahta sıranın ucuna ilişti." -O. Kemal.

*gözyaşına boğulmak çok ağlamak: "Kapının ağzında duran kız kardeşim, hayret dolu bakışlarını anneme çevirdikten sonra gözyaşlarına boğularak evden çıktı." -E. Şafak.

*havanın gözü yaşlı "nerede ise yağmur yağacak" anlamında kullanılan bir söz.

*hayata gözlerini yummak (kapamak) ölmek.

*iki gözü iki çeşme sürekli ağlar durumda: "Biçare kadın iki gözü iki çeşme anlatmış bunları." -E. Şafak. 2) sürekli ağlayan.

*iki gözü iki çeşme ağlamak sürekli veya çok ağlamak: "Sen gittin de aylarca yas tuttu, iki gözü iki çeşme ağladı." -Y. Kemal.

*iyi gözle bakmamak hakkında iyi düşünmemek.

*kafa göz yarmak beceriksizlik göstermek.

*karanlıkta göz kırpmak bir şeyi anlatmak isterken karşısındakinin anlayamayacağı bir işarette bulunmak veya bir söz söylemek.

*kaş göz etmek kaş ve göz işaretleriyle bir şey anlatmaya çalışmak.

*kaş göz işareti yapmak kaş ve gözle bir şeyler anlatmak, dikkat çekmek: "Murat Bey konuşurken bana kaş göz işaretleri yapıyor, bir yandan da kahkahalarla gülüyor." -R. N. Güntekin.

*kaş yapayım derken (yaparken) göz çıkartmak (çıkarmak) işi düzelteyim derken büsbütün bozmak.

*kaşıkla yedirip sapıyla (gözünü) çıkartmak yaptığı bir iyiliği hiçe indirecek kötülükte bulunmak.

*kaşını gözünü eğmek kızgın bir durumdayken kaş çatmak.

*kaşının altında gözün var dememek gözünün üstünde kaşın var dememek.

*kaşla göz arasında kimsenin sezmesine imkân vermeyecek kadar kısa bir zaman içinde, çok çabuk: "Kuzum, kaşla göz arasında ne zaman geldin ve ne zaman kaybettin paranı?" -N. F. Kısakürek.

*kem gözle bakmak kötü niyetle bakmak; 2) nazar değdiren bir bakışla bakmak: "Eh yakışıklı da delikanlı. Bir tanesi kem gözle baktıysa tamam." -H. Taner.

*kör kör parmağım gözüne "çok belli, göze batacak kadar ortada" anlamında kullanılan bir söz: "Orada da bazı kimseler sanat denince ille kuru, basit, yalın kat, kör kör parmağım gözüne bir üslubu anlıyorlar." -H. Taner.

*kötü gözle bakmak bir kimse için iyi olmayan düşünceler beslemek, bunu belli edercesine bakmak: "Tiyatroda kimse kimseye kötü gözle bakamaz." -S. F. Abasıyanık. 2) cinsel duygu ile bakmak: "Ben bu kambur kızdan hoşlanmışsam, onu sevmişsem neden ona kötü gözle bakmış olayım?" -O. V. Kanık.

*maymun gözünü açtı geçen bir olaydan ders alındığını anlatan bir söz.

*muradı gözünde kalmak emeline ulaşamamak: "Kabrimin baş taşına yazsınlar / Muradı gözünde kalan bu diye" -Âşık Ali İzzet.

*ne gözle bakmak inancını belirtir biçimde bakmak; 2) değerlendirmek.

*ölü gözü gibi sönük, fersiz (ışık).

*ölü gözü kadar çok az: "Üç yıldır bizim oralarda kuraklık var. Hele bu yıl ölü gözü kadar rahmet görmedik." -R. N. Güntekin.

*ölü gözünden yaş ummak hiç olmayacak yerden, mümkün olmayan durumda yardım veya destek beklemek.

*ölümü göze almak elde etmek istediği sonuç uğruna ölüm de dâhil her türlü tehlikeye açık olmak: "Daha İstanbul'da iken buna ahdetmiş, bu yolda ölümü göze alarak Anadolu'ya çıkmıştı." -E. C. Güney.

*pireyi gözünden vurmak keskin bir nişancı olmak: "Hem o kadar nişancıdır ki pireyi gözünden vurur." -H. R. Gürpınar.

*sağ gözünü sol gözünden sakınmak çok kıskanç olmak.

*sevinç yaşları (gözyaşları) dökmek sevinçten ağlamak: "Şu mendilini burnuna tutmuş, sevinç yaşları döken hanım herhâlde gelinin anası olacaktı." -H. Taner.

*sıra saygı gözetmek karşılıklı saygı göstermek.

*sürmeyi gözden çekmek gözden sürmeyi çekmek.

*şöyle bir bakmak (göz atmak) kısaca bakmak.

*taraf gözetmek birinden yana olmak: "Meseleyi taraf gözetmeden aksettirmek için o yazıdan da bir parça almak isterdik." -O. V. Kanık.

*toprak doyursun gözünü gözünü toprak doyursun.

*turnayı gözünden vurmak umulmadık bir kazanç veya çıkar sağlama imkânı ele geçirmek: "Ne talih varmış bunakta. Turnayı gözünden vurdu, dedi." -R. N. Güntekin.

*uyku gözünden akmak çok uykusu gelmek: "Yorgunsun, uyku gözlerinden akıyor." -A. Gündüz.

*yan gözle bakmak yan bakmak; 2) belli etmeden, göz ucuyla bakmak: "Genç bir jandarma zabiti, sert bir eda ile geçiyor, yan gözle bana bakıyordu." -R. N. Güntekin.

*yol gözlemek bir şeyin olmasını ummak; 2) bir kimsenin gelmesini beklemek.

*yolunu beklemek (gözlemek) gelmesini beklemek: "Ben merak ederdim, gece yarılarına kadar yolunu beklerdim." -M. Ş. Esendal.

*yüreği göz göz olmak dert, acı ve sıkıntıdan içi kabarmak, aşırı dertlenmek: "Göz göz oldu yüreğim, gözlerinin derdinden" -Halk türküsü.

*yüz göz olmak biriyle gereksiz yere, aşırı derecede senli benli olmak.

*yüzü gözü açılmak sıkılmaz, utanmaz bir duruma gelmek; 2) toplumsal ilişkiler kurmaya, çevresini, dünyayı tanımaya başlamak.

*yüzüne gözüne bulaştırmak bir işi becerememek, bozmak: "Onun bu işi nasıl olup da yüzüne gözüne bulaştırdığını bir türlü anlayamadım." -E. E. Talu.

*çıkar gözetmek çıkarına bakmak.

*başının gözünün sadakası başa gelecek bir belayı savmak veya önlemek için yapılan bağış, özveri: "Bir herif çıksa da şunu başımdan alsa… Başım gözüm sadakası üç beş parça eşya, beş, on kuruş da para veririm." -R. N. Güntekin.

 


Ekleyen : dersimiz.com